12 Mart 2015 Perşembe

Hadis Tarihi Prof.Dr. Talât KOÇYİĞİT (Pdf)


Bu kitaptan: Sahabe (r.anhum) Döneminde de hadis yazıldığını,Hadis ezberlendiğini,Hadis yazılmasının önce yasaklanması,sonra serbest bırakılması ve günümüze kadar gelen Hadis İlminin tarihini detaylıca öğrenebileceksiniz.



TALAT KOÇYİĞİT KİMDİR

Kendi ağzından hayat hikayesi:

Resmî bir ifadeyle söze başlayacak olursak, Uşak’ta doğdum. Doğum 
tarihim 3 Ağustos 1927. Ailem Uşak’ın merkezinde idi. Biz Uşak’ta 
Kadıköylüler olarak tanınırız. Kadıköylü Hafız Süleyman Efendi dendiği 
zaman, dedem, hemen hemen bütün Uşaklılar tarafından bilinir. Kadıköy, şimdi 
Denizli’nin Sarayköy ilçesine bağlı ve İstanbul’un Kadıköy’ü ile karıştığı 
için ismi sonradan Babadağ olarak değiştirildi. Babadağ eteğinde bir nahiye 
olduğu için bu ismi vermişler. Dedem Uşak’a yerleşince adı Kadıköylü olarak 
kalmış. Orada hafızlık, hocalık ve muhtarlık yapmış. İslami konularda 
oldukça bilgili, siyasi meselelerde görüş sahibi, hatırı sayılır bir kimse. 
Evimiz Uşak’ta İstasyon binasına yakın bir yerde idi; önümüzden demiryolu 
geçerdi. Demiryolu ile ev arasında sekiz-on metrelik bir mesafe vardı; 
trenlerin bakımının yapıldığı depo da eve yakındı. Bu nedenle biz tren 
sesleri içerisinde büyüdük. Herhangi bir tren –biz ona marşandiz deriz– 
geldiği zaman Uşak’ta vagon ayırırdı; manevrasını bizim evin önünde yapardı. 
İlkokulu eve pek uzak olmayan bir okulda, Gazi İlkokulu’nda okudum. 
Ortaokulu ve liseyi de yine Uşak’ta tamamladım. O zamanlar bir olgunluk 
imtihanı vardı; sonradan kaldırdılar. Benim okuduğum lise, Ülkü Lisesi 
adında bir özel lise idi; özel lise olduğundan, olgunluk imtihanı için 
Kütahya’ya gittik –Uşak o zamanlar Kütahya’nın kazası idi.


Dedem Hafız Süleyman Efendi Arapça’ya vâkıf bir kimseydi; uzun bir 
tahsili yoktu; biraz medrese tahsili ve okumuşluğu vardı. Babam da onun 
yanında yetişmiş, medresede okumuş; onun da Arapça bilgisi vardı. Hatta 
babam, medresede okurken Fransızca da görmüş. Ben ortaokula başladığımda ilk 
Fransızca dersimi babamdan almıştım. İlkokula gittiğim sıralarda Kuran-ı 
Kerim öğrenmiştim; ancak, Arapça öğrenmemiştim. Bizim evin önü geniş bir 
meydanlıktı. Mahallenin çocukları meydanda toplanır, oynar; boş vakitlerde 
ben de evden çıkar oynardım. O zamanlar bezden, çuvaldan toplar vardı, 
plastik toplar yoktu. Oyun oynadığımız vakitler, dedem yahut babam: “Haydi 
Talat, gel bakalım!” diye seslenirlerdi; bu, artık okuma vakti gelmiş 
demekti. İşte Kuran’ı öğrenmeye böyle başladık. 1927 doğumlu olduğuma göre, 
sene 1934 falan idi. Kuran okumaya başladıktan sonra, kaç kere hatmettiğimi 
tam olarak hatırlamıyorum. Dedem ve babam yalnız bana Kur’an öğretmediler; 
mahalleden de bazı çocuklar, kız-erkek eve gelir ve okurlardı. Sonra lisede 
iken hocalar artık benim bu sahaya merakımı öğrenmişlerdi. Bir duvar 
gazetesi de çıkartılırdı lisede iken. Duvar gazetesine bir gün, babamdan 
öğrendiğim Osmanlıca bir ibareyi yazdım. Bu garip bir ibare idi; eski 
medreselerde basit ibare ile Türkçe konuşmak yadırganırmış; sonra bunu 
hocalar yasaklamışlar. Bunun bir hikayesi de var: Hoca ön tarafta yerde 
oturuyor; başında da ince tülbentten bir sarık. Herhâlde bir kış günü olsa 
gerek; daha önceden bir mangal yakılmış ve hocanın yanına bırakılmış. Hoca 
sıcaktan uyuyuvermiş. Kömürler yeni yanmaya başlayacak olmuş ki, bir 
kıvılcım hocanın kavuğuna sıçramış. Sarık, ince tülden olduğu için, başlamış 
yanmaya. Çocukları almış bir telaş; hocayı nasıl uyandıracaklar? “Sarığınız 
yanıyor.” deseler, basit bir ibare kullanmış olacaklar; hocanın canı 
sıkılacak, kızacak belki... Talebenin biri düşünmüş taşınmış ve şöyle demiş: 
“Ey üstâd-ı bâ kemâl ve ey hâce-i zî me’âl! Şu şâkird-i pür kılâl şu vechile 
arz-ı makâl ve keşf-i mâ fî’l-bâl eyler ki, derûn-i cehennem, makrûn-ı 
kubbe-yi hammâm misâli âteş-i tîz-i işti’âl ile bu mangal-i bî-vebâlden bir 
şirâre-i câbik-i reftâr cenâb-ı kavuklarına pürtâb-ı firâr eyleyip...” 
dediği sırada hoca meseleyi anlamış. Kavuğu başından atmış ama, başında 
kavuk diye bir şey zaten kalmamış; yanmış. Ben bu hikayeyi duvar gazetesine
yazdım; altına da bir not düştüm: Yukarıdaki bu ibareyi gazeteye yazanlar 
dikkat etsinler ve yeni bir dil meydana getirmesinler. Böyle bir not okul 
müdürünü, edebiyat hocasını memnun etmiş. Ne güzel yazmışsın dediler.


Hiç yorum yok:

Yorum Gönder